FIRAT’TA CANER AVI
Yıllar önceydi. 2. Bebeğimizin doğumundan sonra 1 yıl ücretsiz izin alan eşim baharın gelmesiyle anne ve babasıyla İzmir’e yazlığa gitmişti. Yani artık hafta sonları yatılı balığa gitmeme mani bir durum da kalmamıştı.
Av ekibimizin temel öğesi Orhan Yılmaz’ı eve davet ettim ona bir aralar TRT 4 den kaydettiğim balık avı belgeselini seyrettirirken Orhan bana bunlardan Türkiye’de de var dedi. Sözünü ettiğimiz balık (resimde arkadaşımız Dr Reşat Benze’nin Keban da yakaladığı 37 kg lık caner görülüyor) ‘’Caner” idi. Bizim fakülte çalışanlarından bir arkadaşın kendi boyundan büyük sazanların arasına yatıp çektirdiği resimden söz etti. Dururmuyum; hemen ertesi gün resim sahibinin yanına damladım ve resmi gördüm. Adam 7-8 sazanın arasına yatmış keyifle poz vermişti. Damarlarıma daha o anda bol miktarda adrenalin dolmuştu.
Derhal planımı yaptım, en az iki şoför lazımdı. Bekar asistanlarımızdan birini ayarttım. Bizim ikimizi çok kararlı gören resmin sahibi çalışanımız da hemen kalk gidelim halini aldı. Alkole düşkün olan bu çalışanımız şaraba ve rakıya para yetiremediğinden yol parası bulup epeydir memleketine gidememişti. Kendini gruba rehberimiz olarak dahil ettirdi. Geriye masrafı paylaşacak 2 kişi daha kalıyordu. Bu olay fakültemizin küçük av camiasında çabuk duyulmuş ve iki arkadaş aradığımızı duyan avcılar kılıbıklar siz gidemezsiniz diye kışkırtmamızla oltamıza takılmaya başlamışlardı . Çok geçmeden giderdin gidemezdin iddası sonuç verdi ve elektrik teknisyeni 2 arkadaşımız tuzağımıza düşerek gelmeyi kabul ettiler
Ankara av bayilerine anormal boyutlu iğneler özel misinalar sipariş edildi ve mayıs ayının başında 15 saatlik bir yolculuğa çıkıldı. Yanımıza yakaladığımız balıkları koymak için 6 tane en büyük boy buz kutusu bile almıştık. Yolculuğumuz Sivas'a kadar hayaller ile geçti şakalaştık. Sivas’a gelip Hafik yönünden terör açısından güvenli olan yoldan gideceğimize, Kangal, Timisi yolundan (harita üzerinde daha kısa görünüyordu ve rehberimiz sızmıştı) Divriği’ne doğru yola çıktık. Biz balıktan başka bir şey düşünmediğimizden olayın terör boyutunu hiç görmemiştik. 2 saat boyunca bir uçağın bile rahatça inebileceği genişlikte bir yolda ne karşı yönden, gelen ne de bizim istikamette giden hiç bir araca rastlamadık. Arabayı ben kullanıyordum ve arabadakiler uyumuştu. Herhangi bir engelle karşılaşmadan Divriği'ne geldik.
Divriği’nin girişinde bizi konrtol eden Jandarmaya terörist olmadığımızı ispat edene kadar anamız ağladı. Ancak fakültedeki bir sekreterimizin kardeşi olan astsubayın kimliklerimizi kontrol ederken bizim kardeşinin amiri olduğumuzu öğrenmesiyle çabuk kurtulduk. Olayın ciddiyetini o zaman kavradım ama gelmiştik bir kere. Arabayı astsubay arkadaşın önerdiği üzere karakola bırakıp Çaltı ırmağının Fırat nehrine karıştığı noktaya tek ulaşım olan tren istasyonuna gittik. Tren sabah saat 4 gibi geldi. Yarım saat sonra Çaltı istasyonunda indik.
Çaltı bir zamanlar büyük bir kasaba imiş ama terör yüzünden boşalmış. İstasyondakiler bize yarım saatte bir tren geldiğini, demir yolu raylarını takiben gideceğimizi, yolda 3 tane 100 metre civarında tüneli geçeceğimizi eğer tren gelirse tünel içinde minber gibi olan oyuklara girmemizi yada raylar kenarına yada arasına paralel uzanmamızı söylediler. Biz önce gülüştük ama ilk tünele girince en imansızımız bile imana gelip dua etmeye başladı.
Tünel içinde korkunç bir hava akımı oluyor sanki fırtına çıkmış gibi esiyordu. Elde pilli fenerler ile ilk tüneli bu ruh hali içinde geçtik. Bu tünelden 20 metre sonra ikinci bir tünel vardı. O sırada uzaklardan bir tren düdüğü duyuldu ama bizim genç asistan tünele dalmıştı bile. Biz öylece kalakaldık. Tren uzun uzun düdüğünü çala çala gitti. Biz de peşinden yürüdük ama asistandan eser yoktu. 35-40 metrelik bu tüneli’de geçtik, çıktık hala yoktu. Hemen önümüzde de son tünel vardı. Orada olmasını umut ederek tünele girdik. Son tünelden de çıkınca karşımızda FIRAT bütün haşmetiyle göründüama asistanımız görünürde yine yoktu. Biz gitti çocuk diye ağlamaya başladık Fırat üstündeki köprünün kenarında yangın merdiveni gibi dar bir demir merdivenden aşağı bakıp seslendik hala yok. Bir ağacın altında oturup ağlaşırken ağaçtan kahkahası geldi.İndirip hep birlikte dinlene dinlene iyice dövdük. Şakanın dozunun kaçtığını anlayan asistanımız karşılık bile vermedi.
Fıratın kenarına indiğimizde gün yeni doğmuştu hemen oltaları yemledik attık. Daha 3 dk geçmeden 6 -7 kiloluk bir caner yakalamıştık bile , derken 10 kglık bir tane daha . Belgesel işe yaramış verilen taktikler tutmuş görünüyordu. Herkes çıtını çıkarmadan büyük bir sessizlikle oltalarını tartıyordu. Ama nafile bütün gün boyu başka balık vurmadı. Bu arada bizi gören 2 köylü ben merhaba der demez kaçıp derhal kayboldular,r anlam veremedim.
Balıklardan ufağını közde pişirip yedik, heyecanla gece avını bekliyorduk. Gece çökünce ateşi yaktık oltaları ağaçlara bağlayıp zillerini taktık ama çıt yok . Karnımız acıktı , öteki balığı da yedik. Hepimizde o bildik sabaha tutarız umudu vardı. Yol ve günün yorgunluğu üzerimize çökmüştü yatar yatmaz uyumuşum. Gece boyu tek bir balık bile gelmemişti.
Bir süre sonra hepimiz asker marifetiyle uyandırıldık. Nasıl korktuğumu anlatmaya kelime bulamıyorum. Ancak askerin de benden korktuğunu ayak kıpırtısından anlayabiliyordum. Gece ya asker ateşi görmüş yada bizimle balıkta karşılaşan köylüler bizi terörist sanarak haber vermişti. Komutan sabaha karşı baskın yapmıştı. Burada da kimliğimizi ispat etmemiz inanın çok zor oldu. Sürekli Ankara’dan buraya balık tutmaya mı geldiniz ? Hadi oradan anlamında aynı soru soruluyor ve hareket etmemize elimizi oynatmamıza dahi izin verilmiyordu. Daha doğrusu mermi namlunun ağzına sürülü olduğundan biz hareket edecek cesareti bulamıyorduk. Komutan bizim kimlikleri incelerken ben sekreterimiz olan hanımın abisi ile olan konuşmamızı , Divriği karakolunun gelişimizden haberdar olduğunu, arabamızın karakolda olduğunu söyledim. Orayla temas edip bizi doğrular bilgiyi alınca hem asker hem biz rahat nefes aldık ama komutanları olan astsubay arkadaş bize uzun uzun sövercesine baktı.
Bölge o kadar sarp ki bir tepeden öbürüne en kısa yol demiryolu ve tüneller. Aksi halde iki tepe arası anormal sarp olduğundan ancak arazi araçlarıyla ve 3-4 saatte gidilebiliyor. Komutan derhal bize o bölgeden uzaklaşmamızı söyledi. Pılıyı pırtıyı toplayıp Çaltı istasyonuna aynı tünellerden geçerek ve olayın terör boyutunun önemini bizzat yaşayıp öğrenerek geri döndük.
Peşimizden askerin gelip te bizim sağ döndüğümüzü gören Çaltı istasyonu görevlisi bu sefer bizi özel birileri ya da o bölgeyi denetleyen balık avcısı kılığına girmiş görevliler olarak algıladı. Amirim amirim diyerek bize köy tereyağı bal, sarısı ayrı beyazı ayrı tavalarda pişirilmiş yumurta ve taze köy sütü ve ekmeğinden oluşmuş muhteşem bir kahvaltı ikram ederek günün tüm sıkıntısını unutturdu. İlk tren biraz sonra geldi ve Divriği’ne döndük. Ankara’ya gelinceye kadar ağzımızı bıçak açmadı.
1-2 hafta kadar sonra televizyonda duyduğum bir haber ile irkildim '' o bölgedeki bir tren istasyonu bir grup terörist tarafından basıldı. İstasyon amiri ve 1 görevli şehit 3 kişi yaralı''.
Acaba bize kahvaltı ikram eden ..........?
Hala her yağda yumurta yediğimde zor şartlarda görev yapan, bu uğurda şehit olmaktan çekinmeyen o vatan evlatlarının durumu gözümün önüne gelir, boğazım düğümlenir
Belki bu yazdıklarım sizlere maceraperest birinin giriştiği bir av macerası olarak gelebilir. Ancak amacım ; o dönemki koşulları, balık avcısı gözüyle bizzat nasıl yaşadığımı, yaşamanın duymak ya da okumaktan ne kadar farklı olduğunu ve bu koşullar altında bile balık avının nasıl bir tutku olduğunu , sizlerle paylaşmaktır....................
(Bu anı olayın kahramanlarının birinin isteği üzerine sadeleştirilmiş ve isimler çıkarılmıştır.)
Rastgelsin
Prof. Dr. Hikmet Solak
Anılarınızı hikmetsolak@gmail.com adresine yollayabilirsiniz
|